PSİKONOMİ

ALDIĞIMIZ KARARLAR NE KADAR RASYONEL?

Uncategorized

FİYAT VE DEĞER

Bireyselleşen dünyanın en önemli sorunlarından birinin ‘maddi olana artan düşkünlük’ olduğunu düşünüyorum. Öyle ki verdiğimiz kararların büyük çoğunluğunu maddi çıkar karşılığında verdiğimizi bugün birçok davranış ve ekonomi araştırmalarında okuyabiliyoruz. Dolayısıyla ben de bu yazıda “fiyat ve değer” kavramlarını kullanırken bilinç altımızın bizi -yanlış da olsa- kavram karmaşasına sürüklediğini aktarmak istiyorum.

BAKABİLMEK, DUYABİLMEK VE HİSSEDEBİLMEK

Sosyal bir canlı olan insanın, dünyada var olmaya başladığı ilk zamanlardan beri hayatta kalmasını sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi, içinde bulunduğu grupla ne kadar sağlıklı bir etkileşimi olduğudur. Bu açıdan bakınca empati yalnızca bir kavram olmaktan çok daha öteye geçiyor ve varlığımızın olmazsa olmazı haline geliyor. Hâl böyleyken, bu kavram üzerine durup bir kez daha düşünmezsek, biraz daha derinlerine inmezsek haksızlık etmiş oluruz diyorum ve bu konuyu birlikte irdeleyelim istiyorum. Öyleyse bir fincan sıcak çay ya da kahve eşliğinde yeni bir keşfe çıkmaya hazır mıyız?

HİÇ BİTMEYEN BİR SINAV

Sabah saat 07.00 ve birden alarm sesi duymaya başlıyorsunuz. Daha gözlerinizi bile tam olarak açamazken rastgele hareketlerle, sizi uykunuzun en tatlı yerinde uyandıran sesi susturmaya çalışıyorsunuz. Bir yandan da yatağınız tüm sıcaklığıyla tekrar uykuya dönmeniz için sizi dürtüklüyor. Tam bu sırada acı gerçekle yüzleşiyorsunuz. Geç kalmamanız gereken bir işiniz ya da okulunuz var. Belki de önceki geceden kesin bir kararlılıkla yaptığınız sabah koşusu planınız… İşte maraton başlıyor. Günün ilk sınavıyla karşı karşıyasınız ve tüm gün boyunca yeni sınavlara girip duracaksınız. Peki şöyle bir gözden geçirecek olsanız gün sonunda, bu sınavlar için kendinize kaç puan verirdiniz? İşleri sizin için daha karmaşık hale getirmek istemem ama şimdi de bu sınavlara, hayatınız boyunca her gün girdiğinizi ve şu ana kadar ne kadarında başarılı bir öğrenci olduğunuzu düşünün.

UYKU MU LAZANYA MI?

Çocukluğumuzun meşhur ve sevimli kahramanlarından olan Garfield, bu soruyu duymuş olsa eminim ki vereceği cevap şu şekilde olurdu: ‘Lazanya yerken uyuya kalmak.’ Tembelliğinin yanı sıra uykuya ve lazanyaya olan aşkıyla tanıdığımız bu kedi aslında şu an okuduğunuz satırların da ilham kaynağı… Nasıl mı? Doğrusunu isterseniz bugünkü sohbet konumuzun ortaya çıkış hikayesi, günlük yaşantımda Garfield’a dönüştüğümü fark etmemle başladı. Tıpkı onun gibi sadece sevdiğim şeyleri yapıyor ve bütün günümü bu şekilde geçiriyordum. Araya küçük bir not düşmek gerekirse, sevdiğim şeyler uyku ve lazanyayla sınırlı değil tabi ki… Gün sonunda planlayıcımı gözden geçirdiğimde ise ‘tik’ atacak bir şey bulamıyordum çünkü tüm gün boyunca yapmam gereken işlerin yanına bile uğramamış olarak günü bitirmiş oluyordum. Yine bu zamanlardan birinde sosyal medyada gezinirken, ilham kaynağımızın şöyle bir mottosuna denk geldim: ‘Çalışma isteği duyunca sakin ol, hemen bir yere otur ve geçmesini bekle.’

ACILARA YÜRÜYOR VE KORKMUYORUZ

Günümüzde bedelsiz sahip olabildiğimiz mal ve hizmet kaldı mı? Artık salgın sebebiyle tertemiz havayı filtresiz(maskesiz) içimize çekmenin bile bir bedeli var. İster dışarıda ister evimizde internet üzerinden alışverişlerimiz için yaptığımız ödemeler çoğu zaman bir miktar canımızı yakmaz mı? Çok gerekli miydi? Bunu neden aldım ki? Bu paraya değer miydi? Sevgili Psikonomikler, yalnız değilsiniz. Hepimizin maruz kaldığı acı dosyasını açıyorum. İlk kez Ofer Zellermayer (1996) tarafından tanımlanan Ödeme Acısı (The Pain of Paying) para harcadığımızda yaşadığımız bir acı çeşididir. Geleneksel ekonomi modellerinde para harcamak maliyet ve fırsat maliyeti ile sınırlı kalmıştır. Bu açıdan geleneksel iktisat modellerine göre kaybedilen para ile bir şeyi başarmak için harcanan para arasında bir fark yoktur. Tüketicilerin para harcarken yaşadıkları duygusal süreç göz ardı edilmiştir.

Başa dön